Çoğu zaman hayatı kendimize zehir eden bizizdir, bazen başkalarına bunun için izin veririz…

Bu başkaları etrafımızdaki sıradan insanlar değildir asla, hayatımıza bir şekilde girmiş, işlemiş, bizim için anlamı olanlardır.  Bu konuda genelleme yapamayacağım; herkesin algısı farkındalığı ve bilinci bir değil. Kast ettiğim; içimize işleyen insanlar, söylediklerimizin 60%’ını algılayan, seni ve etrafındaki olayları fark eden, duyarlı, ‘Biz’e odaklı olanlardır. Her koşulda yanında olan, senin üzüntünü paylaşırken sevindiğinde sevinendir, özetle diğer yarındır.

Her zaman uygun koşullarda karşılaşmazsın bu kişilerle. Tatilinin son gününde, uçak yolculuğunda, iş yerinde, okulda, restoranda, barda veya hobileri için gittiğin bir kurumda çıkabilir karşına. Tanımları da değişir; en yakın arkadaşın, hiç tanımadığın ama sanki önceden tanımışsın gibi hissettiğin, dostun, her gün görüp tanımını kendine bile itiraf edemediğin kişidir. Bilemez ve öngöremezsin O’nun neler yaşadığını veya hayatını ne durumda olduğunu, O’nunla bire bir her anını yaşasan da geçmiş deneyimlerin aynı olmadığı için, içinde bulunduğu anı değerlendirebilirsin ancak. Sana aktarılan kadardır bildiğin, aktarılandan algıladığın kadardır en iyi koşulda. Hiç beklemediğin bir anda gelen, bazı koşulların sağlanması sebebiyle oluşan yakınlaşma, bir de ikinizin boş bulunduğu bir ana tesadüf ederse; mantık ortadan kalkıp, salt duygular ve kimyanın etkisiyle uçsuz bucaksız ufuklar açılır karşınıza. Birlikte olduğun her an, için O’nunla dolup taşar, O yokken hayatına eskisi gibi devam edememeye başlarsın. Yavaş yavaş öldürür seni, önce nefesin sıkışır kalbinin ağrısından, kaybedersin uzuvlarını bir bir ve farkındasındır aslında olanların, sadece karşı koymaz, An’ ı yaşarsın.



Sonrası ise bu iki özel insanın sabrına, aşkı için savaşmasına, kazanmasına-kaybetmesine ve belki de O’nun için vazgeçmesine kadar uzanan bilinmeyendir… Her koşulda bu denli büyük bir ufukta, derin ve yoğun atmosferde, inişler,  çıkışlar ve yorucu aidiyet olgusu kişileri birbirine bağlarken, bir yandan kimyasal olarak tutkuyla bir olan bedenlerin varlığı yadsınamaz bir gerçektir… Sen ve O bir bütünsün, sen yoksan O yarım, O yoksa sen yarımsın. Tamam olmak zordur, bütün olmak da ve en zoru bunu korumaktır.

Bu konuda seni anlamasını beklediğin insanların sıradan deneyimleri, sana sadece baş ağrısı verip, midenin kasılmasına sebep olurken, o küçücük önemsiz sözcükler, bir anda göz ardı etmeyi seçtiğin her şeyin, O’nunla yaşadığın her anına gölge düşürmesine sebep olur. Sonucunu düşünmeden doludizgin yaşamak istersin ve yeteri kadar cesursan da yaparsın, arsız olmadan… Zira bu küçük ruhlar senin etrafında fısıldamaya devam ederler gördüklerini veya görmeyip sadece kendi yaşadıklarından edindikleri tecrübeleri ya da sadece konu hakkındaki fikirlerini. Bu, o kimseleri de kötü yapmaz, sadece sana değer verdikleri için endişelidirler ve bu endişeleri kendi hayatlarını yaşamalarını engellediği için de, aslında onlar standart bir mutsuzluğu kabullenmişlerdir. Bu gibi insanlar için bu denli yoğun, yorucu bir duygusal durum büyük riskler içerir… Her şeyden önemlisi alıştıkları mutsuzluklarının katlanarak çoğalacağından korkarak; asla yaklaşmazlar zorlukları olan derin bir ilişkiye, hatta ve hatta önceki satırlarda dediğim gibi seni de uzak tutmaya çalışırlar, eğer seni uzaklaştıramazlarsa kendileri senden ve içinde bulunduğun ilişkiden uzaklaşırlar.

Aşkta, hayatta, işte her şeyde; bir şeyler hep eksik, hep yarım, ya natamam, ya da olasılıksız. Peki, insan neden hep zor olanı ister? Neden imkansız olanın peşinden sürüklenir, bir çözüm yaratabileceğini düşünerek? Bu da sanırım insanoğlunun evrimleşme sürecinde tanımlayamayacağı ve kesin yanıtlarını bulamayacağı sorulardan biri. Değişmeyen tek şey değişimim kendisi olduğuna göre cevap da kişiden kişiye, zamandan zamana, koşuldan koşula, olaydan olaya, mekandan mekana değişiklik gösterir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar